Bir varmış bir yokmuş. Masal anlatıcılarının bol olduğu, insanların biribirine kıyamamacasına sevdikleri küçük bir krallık varmış.
Krallığın zeki, bir o kadar da akıllı ve sezgileri kuvvetli bir Prensesi varmış. Yediği önünde yemediği ardında olan Prensesin tek terdi varmış, yalnızmış. Şimdiye kadar onu isteyen prenslerden gönlüne uyan olmamış. Diğer prenseslerin aksine esmer, kıvırcık saçlıymış. Hiçbir şeyi sıradan değilmiş ki zaten O’nun. Sarayın danışmanları onu eğiteceğine, o herkeslere akıl verir, öngörüleri bir bir çıkarmış. Onun yüzünden birçok devlet adamının eli armut toplar olmuş.
Sarayın birbirinden güzel bahçeleri varmış. Prensesin en sevdiği nedense pembe güllerle dolu olanıymış. Bir gün orada derin derin düşünürken yalnızlığın sebebini, iki hizmetlinin fısıldaşmasını duymuş:
“Prenses başımıza kaldı, şöyle göremedik krallığın şanına yakışır bir düğün”, demiş kızıl olanı.
Beriki ne cevap verse beğenirsiniz;
“Çok bilmişin teki de ondan. Bizim kızlardan birine sevgilin seni sevmiyor dedi, delikanlı akabinde kızı terk etti.” Öbürü başıyla onaylamış.
Prenses'in gözleri dehşetle büyümüş. Demek buymuş kimselerin O’na yanaşamamasının sebebi. Varmış elbette herşeyin bir hikmeti. Bu bahçeye gelip kulak misafiri olmanın nedeni.
Canına tak etmiş bu anlaşılmazlık ve yalnızlık. Kararını vermiş, Sarayı terk edip yola revan olacak, ilk fırsatta aklının yarısını satacakmış. “Bu arada oğlanın kızı sevmemesinin suçu benim mi, bakışlarında sevgi yoktu ki, bunu göremeyecek kadar körler mi?” diye serzenişte bulunmuş Prenses içten içe. Bir huyu da oldukça masum olmasıymış, herkesi herşeyleri kendi gibi bilirmiş.
Düşmüş yollara. Az gitmiş uz gitmiş dere tepe düz gitmiş. Şirin bir köye varmış. Meydanda pazar yeri yeni kurulmuyor mu, bundan öte şans mı olur, o da hemen kurmuş tezgahını, geçmiş arkasına “İyi fiyata satılık akıl!”
Yaşlı bir zat yanaşmış ona; “Kim ne yapsın senin aklı?”
Prenses cevap vermiş, “Ben küçüklüğümden beri iyi eğitim aldım, dünyanın dört köşesinden nice hocalar, bilgeler ders verdi bana”.
“İyi dersin hoş dersin de o zaman niye satarsın?”
“Bana yarısı yetip artar bile, herşeyin fazlası zarar, onu gördüm ahir ömrümde”.
“Sendeki akıl bende var mı bilemem lakin iyi birine benzersin, bendeki tecrübe de sende yok. Yıllardır burada pazarcılık yaparım, bir gün herkes aklını koydu tezgaha. Ne olsa beğenirsin? Herkes yine kendininkini aldı. Vaktini boşa harcama. Var git yoluna”.
Prenses şaşkınlıkla terk etmiş pazar yerini. Şimdiye kadar bulmuş olduğu tek çözümünün yerle bir olmasının verdiği üzüntüyle hıçkıra hıçkıra ağlamış. Bu çığlığa insanlar vız gelip tırıs geçmiş olsa bile periler kayıtsız kalamamış. Bizim Prenses görmese bile tanırmış Sevgi Perisini, eğilmiş önünde nazikçe. Sevgi Perisi “Neyin var küçüğüm” diye sorunca, bizimkisi eteğindenki taşları bir bir dökmüş.
“Hiç sevdiğin olmadı mı?” diye şefkatle sormuş Peri.
“Oldu “ demiş, “çok sevdiğim biri oldu, kum tepesinde karşıma çıktığında şaşkın bir çocuktu, yıllar sonra yolumuz kesiştiğinde yakışıklı bir adam olmuştu, çok yakın hissettim ona, sonra adeta uzaklaştı dört nala, duydum ki kurmuş yuva, sığamazmış kabına, sevebilirmiş aynı anda.”
“Nedir duygun?”
“Değersiz hissettim, demek isterdim ilişkilerde derinleşmek mesele, bu olur anca tek kişiyle. Madem onca sevmek istersin, Kraliçe beni yapardın sarayına, daha önceden beni tanırsın zira.”
“Ya sonra?”
“Bir başka zaman haber uçurmuş adamlarıyla, koşulsuz desteğimi sunarım sana...”
“Başka?”
“Hayretler içerisindeyim, reddedileyim onca, ilk eylem benden beklensin hala, atlayıp gelemez mi yanıbaşıma atıyla, 'nasılsın?' diye sormak neden zor gelir insana. Peki sen birşeyler demeyecek misin? Sevgi yolunda bir yol yordam göstermeyecek misin?”
“Benim demem o ki her iki taraf da kırgın, kızgın ve inatçı. Kendi koşullarını dayatmakta bir o kadar ısrarcı. Sen Gerçek Sevgi’yi tanımaya hazır mısın?”
“Sanırım. Nereye çıkar bu köprü?”
“Koşulsuz sevgiye. Bu köprüyü beraber geçeceğiz, vazgeçmişlikle değil; coşku, heves az biraz cesaretle. Senin için 'Anlayış' diliyorum tez vakitte.”
Masal nasıl mı bitiyor? Bitmiyor ki daha yeni başlıyor.
Sarayın birbirinden güzel bahçeleri varmış. Prensesin en sevdiği nedense pembe güllerle dolu olanıymış. Bir gün orada derin derin düşünürken yalnızlığın sebebini, iki hizmetlinin fısıldaşmasını duymuş:
“Prenses başımıza kaldı, şöyle göremedik krallığın şanına yakışır bir düğün”, demiş kızıl olanı.
Beriki ne cevap verse beğenirsiniz;
“Çok bilmişin teki de ondan. Bizim kızlardan birine sevgilin seni sevmiyor dedi, delikanlı akabinde kızı terk etti.” Öbürü başıyla onaylamış.
Prenses'in gözleri dehşetle büyümüş. Demek buymuş kimselerin O’na yanaşamamasının sebebi. Varmış elbette herşeyin bir hikmeti. Bu bahçeye gelip kulak misafiri olmanın nedeni.
Canına tak etmiş bu anlaşılmazlık ve yalnızlık. Kararını vermiş, Sarayı terk edip yola revan olacak, ilk fırsatta aklının yarısını satacakmış. “Bu arada oğlanın kızı sevmemesinin suçu benim mi, bakışlarında sevgi yoktu ki, bunu göremeyecek kadar körler mi?” diye serzenişte bulunmuş Prenses içten içe. Bir huyu da oldukça masum olmasıymış, herkesi herşeyleri kendi gibi bilirmiş.
Düşmüş yollara. Az gitmiş uz gitmiş dere tepe düz gitmiş. Şirin bir köye varmış. Meydanda pazar yeri yeni kurulmuyor mu, bundan öte şans mı olur, o da hemen kurmuş tezgahını, geçmiş arkasına “İyi fiyata satılık akıl!”
Yaşlı bir zat yanaşmış ona; “Kim ne yapsın senin aklı?”
Prenses cevap vermiş, “Ben küçüklüğümden beri iyi eğitim aldım, dünyanın dört köşesinden nice hocalar, bilgeler ders verdi bana”.
“İyi dersin hoş dersin de o zaman niye satarsın?”
“Bana yarısı yetip artar bile, herşeyin fazlası zarar, onu gördüm ahir ömrümde”.
“Sendeki akıl bende var mı bilemem lakin iyi birine benzersin, bendeki tecrübe de sende yok. Yıllardır burada pazarcılık yaparım, bir gün herkes aklını koydu tezgaha. Ne olsa beğenirsin? Herkes yine kendininkini aldı. Vaktini boşa harcama. Var git yoluna”.
Prenses şaşkınlıkla terk etmiş pazar yerini. Şimdiye kadar bulmuş olduğu tek çözümünün yerle bir olmasının verdiği üzüntüyle hıçkıra hıçkıra ağlamış. Bu çığlığa insanlar vız gelip tırıs geçmiş olsa bile periler kayıtsız kalamamış. Bizim Prenses görmese bile tanırmış Sevgi Perisini, eğilmiş önünde nazikçe. Sevgi Perisi “Neyin var küçüğüm” diye sorunca, bizimkisi eteğindenki taşları bir bir dökmüş.
“Hiç sevdiğin olmadı mı?” diye şefkatle sormuş Peri.
“Oldu “ demiş, “çok sevdiğim biri oldu, kum tepesinde karşıma çıktığında şaşkın bir çocuktu, yıllar sonra yolumuz kesiştiğinde yakışıklı bir adam olmuştu, çok yakın hissettim ona, sonra adeta uzaklaştı dört nala, duydum ki kurmuş yuva, sığamazmış kabına, sevebilirmiş aynı anda.”
“Nedir duygun?”
“Değersiz hissettim, demek isterdim ilişkilerde derinleşmek mesele, bu olur anca tek kişiyle. Madem onca sevmek istersin, Kraliçe beni yapardın sarayına, daha önceden beni tanırsın zira.”
“Ya sonra?”
“Bir başka zaman haber uçurmuş adamlarıyla, koşulsuz desteğimi sunarım sana...”
“Başka?”
“Hayretler içerisindeyim, reddedileyim onca, ilk eylem benden beklensin hala, atlayıp gelemez mi yanıbaşıma atıyla, 'nasılsın?' diye sormak neden zor gelir insana. Peki sen birşeyler demeyecek misin? Sevgi yolunda bir yol yordam göstermeyecek misin?”
“Benim demem o ki her iki taraf da kırgın, kızgın ve inatçı. Kendi koşullarını dayatmakta bir o kadar ısrarcı. Sen Gerçek Sevgi’yi tanımaya hazır mısın?”
“Sanırım. Nereye çıkar bu köprü?”
“Koşulsuz sevgiye. Bu köprüyü beraber geçeceğiz, vazgeçmişlikle değil; coşku, heves az biraz cesaretle. Senin için 'Anlayış' diliyorum tez vakitte.”
Masal nasıl mı bitiyor? Bitmiyor ki daha yeni başlıyor.