Bu ay karşınıza başlıca tutkuları
“okuma” ve “yazmak” olan bir dostumla gelmek istiyorum.
İnsanın çok yakınını anlatması daha bir zormuş meğer; bu satırları karalarken, aman bir şeyler kaçırmayayım, eksik bir şeyler kalmasın duygusu hakim. Duygu demişken, “Duygu” ile yollarımız Boğaziçi Ekonomi sıralarında kesişti, o gün bugündür de hayatımda. İyi ki de! Dile kolay birininin 18 yaşından bu
yana hayattaki yolculuğuna kimi zaman yakından kimi zaman uzaktan şahitlik
yapmak. Söyleyin kim bazı buluşmalarınıza “Al sana göre bir eser, okudum aklıma
sen geldin” diye kitap hediye ederek gelir. Benim için derin, hayatı ciddiye
alan ama bunun yanında ufak da olsa keyif noktalarını kaçırmayan, saatlerce kâh
sohbet edeceğiniz kâh dertleşeceğiniz bir yoldaş. Ona bolca kağıt, kalem ve çay
verin ve gerisini boşverin.
Bizim memlekette mezun olduğu bölümü
icra edenlerin sayısı az. Çoğumuz meslek seçmiyoruz, meslek bir şekilde hayatta
bizi buluyor, seçiyor. Bunlar arasından, içsel dönüşüm ve farkındalıklarla yerini
bulanlarımızın sayısı hayli az, Duygu için tam olarak böyle. Kendi şansını
kendisi yaratanlardan. Hem de tırnaklarıyla...
Okul bittiğinde 3 sene bir
faktoring şirketinde müşteri ilişkiler departmanında kurumsal hayata atılır.
Kendi deyimiyle, okuduğu bölümün kendine uygun olmadığını anlar. Çocukları için
ara verir. Anne olmayı hayli zevkli bulsa dahi, kendi potansiyelini
gerçekleştirememenin, kabına sığmak zorunda bırakılmanın sancılarını yaşar.
Babasının kaybıyla Mario Levi’nin yazarlık atölyelerinde bulur kendisini.
Yazmaktan çok hoşlandığını hatırladığı bir dönem olur burası. Nasıl olmasın?
Çünkü küçükken nereye gitse elinde kağıdı, kalemiyle gezermiş. Kendi deyimiyle yaşama
coşkusunu âdeta geri kazanır.
Sonrası çorap söküğü gibi gelir,
Yeşim Cimcoz ile yolları kesişir. Ona alan açan ve yüreklendiren kadını takip
eder. Bu arada ilk romanını tamamlar. Yazdıkça hafifler, hafifledikçe yazar.
Geribildirimler konusunda deneyim kazanır. Yazıevi, hayatının vazgeçilmez bir
parçası olur. Yaptığı geribildirimler ona YazıEvi’nde ders vermenin kapısını
aralar; “Yazıya Giriş”, “Yazı Alıştırmaları” derken Yazıevi’nineğitmenlerinden
birisi oluverir. Kovid zamanı başta sanal
ortama ayak direse de Sanal Yazıevi onu bu dönemde ayakta tutan demirbaşlardan
biri hâline gelir.
Şeyda: Sevgili Duygu öncelikle
hoşgeldin. Yazmak sana ne kazandırdı? Yazmak bir insana neler kazandırır?
Duygu: Hoş bulduk. Yazmak öncelikle
kendime alan açmamı sağladı. Hayatıma çıplak gözle bakabilme cesaretini yazarak
buldum. Her zaman kendimi sözle değil de yazıyla daha iyi ifade ettiğimi
düşünürdüm, ama yazmayı sadece sevdiğim bir uğraş olarak gördüm uzun yıllarca.
Şimdi yazmanın benim için bir uğraştan çok bir yaşam biçimi olduğunun
bilincindeyim. Herkesin bir kendini var etme yöntemi var, benimki de yazmak.
Şeyda: Yazmak ve okumak bir
paranın iki yüzü gibi, ayrılmaz bir ikili, müzisyen ve nota, ressam ve tablo
gibi. Neler söylemek istersin?
Duygu: Haklısın, ikisini ayrı düşünemiyorum.
Okumadan yazmak ne kadar mümkün olabilir ki… Yazmak öğrenilebilir elbet,
oturur, zaman, emek ayırır, yetiştirebilirsiniz kendinizi, ama çağdaş
yazarları, edebiyat tarihinde iz bırakmış yazarları okumadan, o cümleleri, o
hikayeleri, o karakterleri içselleştirmeden ne kadar yol katedilebilir? İnsan
en çok da okuyarak öğreniyor nasıl yazılacağını. Bazen çok sevdiğiniz yazarları
okuyarak, bazen de asla okumam diyeceğiniz yazarların kitaplarıyla haşır neşir
olarak. Sevmedim dediğiniz kitaplarda bile yazar olarak sizin ne yapmak
istemediğinize dair ipuçları bulabilirsiniz.
Şeyda: Şu an Yazıevi’nde
“Geliştirici editör” olarak çalışıyorsun biliyorum. Geliştirici editör ne
yapar, normal editörden farkı tam olarak nedir?
Duygu: Yazarın kendi yazmış olduğu ve tamamlandığını
düşündüğü bir metindeki aksaklıkları görebilmesi çok da kolay değil aslında.
Söz konusu kendi metninizse, tekrar tekrar yaptığınız okumalarda, metne çok
yaklaşmış olmanın verdiği bir körlük söz konusu olabiliyor. Editör, tam da bu aşamada devreye giren
yetkin bir üçüncü göz diyebilirim. Metne dışarıdan bakabilen, anlatım
bozukluklarından tutun da yazım hatalarına, mantık hatalarına varana kadar
aksayan bütün yönlerle ilgili olarak yazara geri dönüm verecek olan kişi.
Geliştirici editörlükte ise size
ulaşan metin üzerinden(Burada bahsettiğim tamamlanmış bir dosya değil daha çok,
üzerinde çalışılmaya açık metinler. Bu sadece parça yazılar olabilir, hatta
bazen sadece bir fikir ya da bir olay örgüsü akışı ile de gelebilir yazar)
vereceğiniz geri dönümlerle bir metnin geliştirilmesi, derdini daha iyi ortaya
koyan bir metin haline gelmesi ve
tamamlanması konularında, üslubuna müdahale etmeden yazara ihtiyacı olan
desteği ve geribildirimi sunmak daha çok.
Zihninizde dönüp duran, yazmak istediğiniz
bir fikir var mesela. Bu fikri bir tohum gibi düşünelim. Nasıl bir tohumu
ekerken, ilk başta toprağını havalandırır, tohumu güvenli bir şekilde
yerleştirir, bir can suyu verirsiniz ve sonrasında da yeterli güneş ışığı,
besin, su almasını sağlarsınız, elinizdeki fikrin, zihninizdeki hikayenin de
zeminini hazırlarken ayaklarının yere sağlam basması için destek gerekebilir.
Bu destek o tohumun baş verdiğini, filizlendiğini, yeşerdiğini görmek ve bu
süreci yazarla beraber yakından takip etmek aslında. Geliştirici editörlük bir
fikrin/metnin nasıl olgunlaştırabileceği, geliştirebileceği üzerinde yazarla
işbirliği içinde olmak da diyebiliriz ki bu beni çok heyecanlandıran bir süreç.
Yazarın sürecine, sıfırdan bir hikayenin doğuşuna şahit olmak müthiş keyifli.
YAZIDA DERİNLEŞMEK
Şeyda: Birkaç yazıma verdiğin
geribildirim beni de çok beslemişti. Geribildirim vermeyi bilmeyen bir toplum
olduğumuzu düşünüyorum. Geribildirim nedir, nasıl verilmeli, yazıyı nasıl
besler?
Duygu: Biz yıllardır düzenli buluşan gruplarda
yazılarımızı paylaşıp birbirimize geribildirim veriyoruz. Bu sürecin çok önemli
ve yazarı geliştiren bir parçası bana kalırsa. Birbirinizin ilk okuru olabilmek
yani. Bu noktada nasıl geribildirim vereceğiniz de bir o kadar önem kazanıyor.
Karşınızdakinin yazma isteğini kırmadan, öncelikle yazıda yakaladığınız olumlu
yönlerin altını çizerek, ki bunun her yazıda bulunabileceğine inanıyorum,
takıldığınız noktaları da yazarın gelişimine katkıda bulunacak şekilde güzel
bir dille ortaya koymak bahsettiğim. Olmamış diye kestirip atmak çok kolay, ama
o olmadığını düşündüğünüz yerde, okur olarak akışta neler hissettiğiniz, sizi
yazıdan koparanın, tökezletenin ya da orada ihtiyaç duyduğunuz şeyin ne olduğu
konusunda yazara fikir verebilmek esas yapıcı olan.
Şeyda: Senelerini yazmaya vermiş
biri olarak, yazmak sanırım en güzel şifa tekniklerinden biri. Yazmak bir
insanı nasıl şifalandırır? Misal bu minvalde bana “yazar sızıntısı” denen bir olaydan
bahsetmiştin. Biraz bunu açar mısın?
Duygu: Yazmanın şifa veren bir yanı
olduğu doğru. Siz istediğiniz kadar kurgu yazın, yarattığınız her karakter,
yazdığınız her hikaye sizden bir parça taşıyor oluyor. Birebir bir anınızı
anlatıyor olmanız gerekmez, siz, yakın çevreniz, karşılaştığınız insanlar,
sokakta şahit olduğunuz bir an yazdığınızın bir parçası oluveriyor. Yazarken
her ne yazarsak yazalım kendi süzgecimizden geçirip bırakıyoruz düşüncelerimizi
kağıda. O yüzden yazdıklarımızı bizden bağımsız düşünmek pek de mümkün değil.
Yazmaya başladığım ilk yıllarda her öykümün içinde kendi meselelerimin olduğunu
farketmiyordum. Mesela benim bir “saç” temam vardır, ilk zamanlarda yazdığım
her şeye sızıyordu. Saçları gereğinden fazla sıkılıkta toplanmış karakterler,
dolaşık saçlar, kısacık saçlı küçük kızlar, kalın, tok örgüler oluyordu
hikayelerimde. Bunun benimle ilgil olduğunu keşfetmem uzun bir zamanımı aldı.
Bu noktada hocam sevgili Yeşim Cimcoz’un katkılarını asla göz ardı edemem.
Yazdıklarımla en çok da kendime bir
şey söylemek istiyordum belli ki. Bunu fark edip, kafamı kurcalayan, beynimin
arka planında hep çalışan o meseleleri kağıda dökmeden başkalarına hikayeler
biçemeyeceğimi kabul ettim ve kendi otobiyografik hikayemden yola çıkan, ama
kurgu zeminine oturan, roman diye adlandırabileceğim, iki tane uzun soluklu
metin yazdım. Bu metinleri yazma
sürecinde kendi hayatıma üçüncü bir kişi gibi dönüp bakmak, kurguya
dönüştürdüğüm yaşantılarımın içinden geçmek bana çok iyi geldi. Hafifledim. Bu
beni yazma konusunda da özgürleştirdi. Şu anda ne istersem yazabileceğimi
bilmek müthiş bir özgürlük duygusu veriyor bana.
Şeyda: Her birimizin içinde bir
yazar, bir anlatıcı, bir editör var dedin. Biraz açıklar mısın? Ne yapar
bunlar, aradaki dengeyi kişi nasıl sağlasın?
Duygu: İçimizdeki anlatıcının
hikayeleri var, hatta bazen o kadar çok anlatmak istiyor ki, kalemi elimize
alınca onu durduramıyoruz. Bir de yazar var içimizde baş köşeye kurulmuş, o ise
her anlattığımızı farklı, süslü cümlelerle, güzel anlatmamızı istiyor. Bir de
editör var ki onun ben hep omzumun üzerinde oturup oradan baktığını düşünürüm
yazılarıma. Aslında bu üçlünün bir aradalığı kıymetli, ama onları dengede
tutabilmek herkes için o kadar kolay değil. Eğer anlatıcınız çok baskınsa
sayfalar dolusu yazıp, o yazdıklarınızla ne yapacağınızı kestiremeyebilirsiniz.
Anlattığınız hikaye nedir, neler birbiriyle ilintili, neler konu dışı ayırt
edemeyebilir, kaybolabilirsiniz yazdıklarınızın içinde. Ya da yazarınız her
cümleyi süslemek için “Bunu başka şekilde söyleyebilirsin, daha güzel ifade
edebilirsin.” diyerek sürekli anlatıcınızın önünü kesiyor olabilir. İçimizdeki
editörse bazen çok acımasız olabilir ve size zaten hiçbir zaman yazar
olamayacağınızı, yazdığınız cümlenin hiç güzel olmadığını söyler durur ki bu
noktada kalırsanız “yazar tıkanıklığı” kaçınılmazdır. Oysa o editör hepimize
gerekli, ama onun ne zaman devrede olacağı o kadar önemli ki. En başta devreye
giren baskın bir editör sizi yazmaktan uzaklaştırabilir. Toparlarsam yazarken
üçünün de başka işlevleri var, ama hangisine ne zaman yüz vereceğinizi bilmek
önemli, bu da aslında yazmaya ayırdığınız zamanla, emekle, tecrübeyle gelişen
bir şey.
SON SÖZ
Şeyda: Şu an hangi eğitimleri
veriyorsun, insanlar sana nasıl ulaşabilir?
Duygu: Şu an bireysel olarak
verdiğim bir eğitim yok aslında. Pandemi benim çok da verimli geçiremediğim bir
süreç oldu, ama önümüzdeki günlerde Sanal Yazı Evi üyeleri için yeni bir eğitim
hazırlamayı düşünüyorum. Umarım sonbahara yetiştirebilirim. Bu arada çok
yakında yine üyerimiz için bir diğer geliştirici editör arkadaşımla beraber
Kitap Kulübü yapıyor olacağız. Okuduğumuz bir kitaba hem bir okur hem de bir
yazar olarak nasıl bakabiliriz fikri üzerinden yürümesini planlıyoruz.
Geliştirici editörlük de bir diğer yandan devam ediyor tabii ki. Elinde
üzerinde çalışmak istediği bir dosyası olan, bu bitmiş bir öykü ya da roman
olabileceği gibi, bir bütünlüğü olmadığını düşündüğünüz parça parça yazılar da
olabilir, hatta aklımda bir şeyler var, ama bunu nasıl yazıya dökeceğimi, nasıl
geliştireceğimi bilmiyorum diyenler de, bana ve elbette diğer geliştirici
editör arkadaşlarıma Sanal Yazı Evi (https://sanalyazievi.com/)
üzerinden ulaşabilirler.