Hayatımdaki en güzel hediyelerden birini aldım.
Babam bana şiirler yazmış, birinin sizin için kağıda bir şeyler
çiziktirmesi çok özelken, hele ki bunların şiir olması...Yazanlar bilir, şiir
yazmak, özellikle iyi şiir yazmak her babayiğidin harcı değildir. Az kelime ile
çok şey anlatma, duygu yoğunluğu, benzetmelerdeki derinlik. Bana göre bunlar
usta şairlerin edebiyatımıza ve bizlere kazandırdıkları özelliklerden sadece
birkaçı...
Babamın şiirlerine geri dönecek olursak; bir de şiirlerinin konusu ben değil
miyim? Çok heyecanlıyorum, babanızın gözlerinden kendinizi görmek sanırım hayatımda
aldığım hatırı sayılır geri bildirimlerden.
Her bir şiiri yazdığında, muhakkak telefon açıyor. Şiiirleri okurken, her
duygusallaştığında olduğu gibi sesi boğuk boğuk geliyor ahizenin ardından. Kimileri
sadece bana yazılmış, kimilerinde satırları ablalarımla paylaşıyorum. Genelde
sabah ezanı sonrası, kendi deyimiyle gurbet veya sıladaki evlada duyulan hasret
içinde kaleme alınıyorlar.
KORKULAR
Sonrasında alıyor beni bir düşünce; bütün bunlar iyi güzel ancak bende
de şiirlerin kesinlikle birer kopyaları olmalı, yoksa hiçlikten geldiği gibi
hiçliğe gidebilirler, lakin bir köşede kaybolup gitmelerini hiç istemem. Bu
problemi halletmek kolay, geriye kafamda tek bir soru işareti kalıyor.
Paylaşmalı mıyım?
Öncesinde 3 engeli aşmam gerekiyor; birincisi babamın izni ki şaşılacak
derecede rahat alıyorum. Diğer ikisi bana ait çekinceler. Özelimi insanlara
açma konusundaki hassasiyetim ikinci sırayı alıyor. Aslında sosyal medyada
arasıra bunu yapmıyor değilim, ancak konu ilk çember veya çok özelim olunca; kırmızı
ışık görmüşçesine frene basıyorum. Beni durduran bir şeyler var halen.
Üçüncüsü sorun, daha bir tumturaklı; insanların üzerinde yaratacağı etkiye
dair. Yani insanlar beni şahsen tanıma fırsatı bulmadan, bir başkasının – ki bu
baba oluyor- ağzından tanıyacaklar. Dile kolay, babası birisi için bir şeyler
diyorsa, muhakkak az çok doğruluk payı olmalı.
Neyse efendim, fazla uzatmayayım, bir kaçını buraya bırakıyorum. Bu
sıcaklarda denize girme şansını henüz edinemediysem de, çekincelerimin içine
“cumburlop” atlamaya karar veriyorum.
Keyifli okumalar...
ŞEYDA’YA
Birlikte
çıktık yola Mu’dan
Yurt
tuttuk Tanrı eteklerini
Yolda
yoldaş
Ülkede
yurttaş
Siyah
saçlım, çekik gözlüm
Örnek
oldun dağlara taşlara
Ses
oldun kurtlara, kuşlara
Bilginle
aydınlattın Türkmenistan, İran yollarını
Malazgirt’te
bile durduramadılar
Tanımayanlar
bizleri
Savulun
çekik gözlüm geliyor
Atanın
Anayurduna
Al
at altında, al bayrak göğsünde
Gözlerinin
aydınlığı şafağında
Zamanı
asırlara götürür
Siyah
saçlı çekik gözlümün
Düşün
peşine
Yurt
tutun Anadolu’yu
Bağ
olun, bahçe olun
Kök
salın ağaç olun
Meyve
verin açlara, çıplaklara
Onur
verin sofralara
Uzatın
ellerinizi geleceğe
Asırlara
örnek olun.
ŞEYDA’MA
Yaşam
Şeydam’da düzenle başlar
Zor
değil alışılmış rutin işler
Yapılacaklar
yazılıdır akşamdan
Bittikçe
üstüne atılır çizikler
Oturma
tertiplidir, konuşma edepli
Gören
der buna eğitimli-mektepli
Konuklar
hizaya gelir ortamdan
Zaman
sınırlıdır, sohbet müddetli
Protokol
adabı vardır evinde
Nezaketi
örnek al, olsun senin de
Doğuştan
gördüğüm yapmacık değil
Benzerini
görürsün ancak Şehr-emeninde
Sohbet
efendimle başlar, evetle biter
Konuşur
gibi durur, oysa hep Seni dinler
Numunedir
eş, dost, arkadaşa
Hiç
bitmesin kızım yüzündeki gülücükler
KIZIMA
Sılada özledim seni be kızım
Esmer yüzün, kara kaşın
Çekik gözlerin
Uzatınca elimi tutamazsam
Telefon ederim.
Ama sesini duymak yetmez
İsterim omzunda olsun ellerim
Birlikte ağlayıp, birlikte gülelim
İşte gelip geçiyor yalancı
dünya
Boşver hırsı, makamı
Gel
günümüzü gün edelim
Hiç yorum yok
Yorum Gönder