Ad

 

GÜNCEL

Yeni Kelimeler Yeni Dünyalar -5

 Yaşam canımızı acıtır mı?



Yazı serime devam ederken, ilk kez bir kelimeyi tam manâsıyla derinden tecrübe edeceğimi nerden bilebilirdim?

Almanca kökenli bir kelime olan Welt (dünya) schmerzen (ağrı-acı), sanırım bir çoğumuz için şu anki hislerimize tercüman olmakta. Dünya ağrısı veya acısı diye kısaca tercüme edebileceğimiz bu kelime; acının ve hüznün katmerlisini ifade eder. Bireyin, beklenmedik bir anda karşısına çıkan sarsıcı bir üzüntü veya acı olayının ürettiği bir durum karşısında, hem kendi yetersizliğinden (melankoli) hem de dünyanın mevcut koşullarındaki yetersizliğinden dolayı hissettikleridir.

ETİK-ERDEM-DEĞERLER

Bu deprem felâketinde, enkaz altında hayatını kaybetmiş çocuğunun yanına çöküp, elini sıkı sıkı tutup bırakamayan bir babanın fotoğrafı, eminim benim gibi bir çoğumuzun hafızasında yer etti.  Yeri gelir, bir fotoğraf karesi çok şey anlatır; üzerinde yüzlerce kelime yazsak yası, çaresizliği, donup kalmışlığı, ebeveyn olmayı sanırım daha iyi vurgulayamazdık.

Belki de bu fotoğraf, yılın fotoğrafı ödülünü alacak, ardından “en anlamlı” kareydi denecek, kimbilir? Beni rahatsız eden, babanın haber yapıldığından ne kadar haberi vardı? Niyetimiz iyi bile olsa; başkalarının acılarını yansıtırken fütursuzca davranıyor olabilir miyiz? Yasa ne kadar saygılıyız? Kendimize yapılmasını istemediğimiz şeyi başkalarına yapıyor muyuz?

Geldik mi yine etik konusunda, ne kadar etiğiz, ne kadar erdemliyiz? Belki de sahadaki muhabirlerin en büyük ikilemidir; haber yapmak ile yardım etmek arasında kalmak, anı yakalayıp basına servis etmek ile bir durmak...Paylaşmak, ama neyi nereye kadar?

Dikkatinizi çekerim, Buddha, kendisine aydınlanmaya gelen öğrencilerine Erdem Yolu denen vaazlarında uzun yıllar boyunca  sadece güzel ahlâktan bahseder. Herhalde bir bildiği vardı diyeceği geliyor insanın.

Yine bir gazetede irkilerek okudum, bir banka kocaman bir ilanda, rakamın altını çize çize şu kadar para yardımı yaptım diyor. Yineliyorum, belki de amaç iyi, motivasyon yaratmak. Lâkin sormak isterim sizlere, bunun için başka bir yol yordam bulunamaz mıydı? Hani sağ elin verdiğini sol el bilmeyecek miydi? Biz o toprakların çocukları değil miydik?

Zor günlerden geçiyoruz. İnce ayrımlarda sınanıyoruz. İçimde bir dünya sancısı ile soruyorum, sadece soruyorum...


Yeni Kelimeler Yeni Dünyalar - 4

 Yeni yıla saçımı kestirerek girdim.


Yine içimde hafif bir pişmanlık. Sahi aramızda saçını kestirince, içine yüzde yüz sinmiş bir kadın var mıdır, varsa dünyanın neresinde yaşamaktadır, acaba çok şanslı olduğunu bilmekte midir, benimle röportaj yapar mı bu konuda  gibisinden kafamda deli sorular uçuşmakta.

Hissettiğim duygular, bu ay paylaşacağım kelimeye tam manasıyla “cuk” diye oturuyor. Age-otori, yine Japonya’dan bir kelime, saç kestirdikten sonra beğenmeyip kendini kötü hissetme anlamına geliyor. İç dünyamı daha güzel anlatan bir sözcük olamazdı.

TALİHSİZ KUAFÖR DENEYİMLERİ

Genelde saçlarımı kestirdikten sonra fiziksel olarak rahatlamama karşın yüreğim hafiflemez. Bunda kuaförlerin bana verdiği sözü tutmamasının payı büyük. Yok öyle şekilli kesimler, albenili saç modellerinden bile bahsetmiyorum; sadece zayıflayan saçlarımın uçlarından alınarak kısaltılması söz konusu olan, ne kadar zor olabilir?

Saçı benim gibi kıvırcık olanlar bilirler, ıslakken kesilen saç ile kuruyup toparlanan ve akabinde kıvrılan saçın boyu asla aynı olmaz. Bunun hayli farkında olan bendeniz, kuaförün kesim koltuğuna otururken hayli itinalı davranır, söyleyeceğim sözcükleri özenle seçerim; öylesine “uçlarından aldıracağım”, “zayıflayan kısımlara bir el atalım usta” gibisinden yuvarlak ifadelerle değil, daha net tanımlarla otururum.

Çünkü bizzat tecrübe ettim, bu sözler kuaförlerin çoğunluğu tarafından “eti senin kemiği benim” gibisinden anlamlandırılmakta. O zaman elinde makas tutanın “ya Allah” diye girişip, bulmuş olduğu malzemeyi içinden geldiği gibi şekillendirmesinde çok da beis yok anladığım. Ancak benim gibi, düzeltmeleriyle beraber şu kadar alır mısınız diyen ve hattâ elleriyle gösteren birine bu muamele niye revâ?

Ay şimdi ne kadar zorsun kardeş demeyin, herkesin saçı mevzubahis olduğunda rahat hissettiği bir konfor alanı var değil mi? Benim gibi bir kıvırcığın neden olmasın? Üstelik yaşadığı onca deneyimle beraber hayli bilinçli bir tüketiciye dönüşmüşken hele! Siz hiç saçlarınızı tel tokalarla ordan burdan tutturarak bir kaç ay peygamber sabrı ile dolandınız mı? Dolananlar bilirler...

Bu konudaki şikâyetlerim sıklıkla kuaförler  tarafından “Ee bana gelseydin, bi güzel hallederdik, fön çekerdik, düzeltirdik, seni daha fazla yormazdık, ipe un sererdik,” gibisinden ilave yorumlarla karşılık bulur. Ben daha bir gerilir; “olayın özü zaten bu kardeşim, ben kuaföre sık sık saçım başım için gitmeyi sevmiyorum, zaman kaybı gibi geliyor, okuyacak onca kitap, izlenecek onca film varken...Neden ben? Neden?” diye haykırasım gelir ama yutkunur ve kendimi monoton bir tonda ifade ederim. Karşı taraf bu cevaba sıklıkla hayli boş gözlerle bakar. Zaten çok uğramadığım kuaförler salonlarından kırgın bir şekilde ayrılır, uzun bir süre gitmemecesine posta koyarım. Onların beni tavlamak adına yaptıklar bu girişimler ters teper, bu kısır döngü böyle sürer gider...

Sahi neden böyle davranır çoğu kuaförler? Neden saçımız hakkında söz hakkını bizlere tanımazlar? Ben ustayım senden daha iyi bilirim, ne kadar kesileceğine ben mi karar veririm demek isterler veya ellerine bir makas geçirmişken önlerinde saçlar öylesine uzanırken hızlarını mı alamazlar? Niye müşterilerini dinlemezler? Bu özgürlüğü bizden esirgerler?

Bileniniz var mı?

AGE-OTORİ

Sizlerle her ay yeni bir kelime paylaşıyorum, takip edenler bilir, lâkin bu aykini bizzat tecrübe ettim.

İlginç kelimeler var dünyada, özellikle "saç kestirme için kendini iyi hissetmeme hâlini ayrıca tanımlama ihtiyacı duymuş Japonlar, acaba neden? Saça gösterilen özenden mi, yoksa kendini iyi hissetmemenin altını çizme ihtiyacından mı? Japonya’da iki ay yaşamışlığım olsa dahi, bu ince ayrıntıyı bilebilecek kadar bulunmadığımı itiraf edeyim.

Bileniniz var mı?


Yeni Kelimeler Yeni Dünyalar - 3

Sabahları erkenden uyanıp güne başlamayı sevenlerden misiniz? Yoksa erken uyanınca, yorganı başınızın üzerine çekip uyumaya devam etmeyi tercih edenlerden mi?


Kişileri çeşitli kategorilere bölüp kendisini anlamaya çalışan insanoğlu için, sabah kalkış saati de bundan nasibini almış; “horozlar” ve “baykuşlar” olarak sıralanmışız.

Horozlar, gündüz insanı tahmin edileceği üzere; erken kalkmayı seviyorlar. Baykuşlar ise tam tersi- geç yatıp geç kalkmayı. Tabi bu bölünmenin ardında, aslında insanın beyin aktivitesinin tavan yapması yatıyor. Horozlar, kendilerini başta zihinsel olmak üzere sabahın ilk saatlerinden itibaren veya günün aydınlık zamanlarında daha dinç hissediyorlar. Baykuşlar gelince tam tersi bir durum geçerli; geceleyin çalışmayı, okumayı, üretmeyi seçiyorlar. Kısacası günün karanlık saatlerinde yaşamak onlara iyi geleni.

Fakındayım, uzun bir girizgâh yaptım; kelimenin anlamı kuşlarla alâkalı olunca çağrışımlar uçuştu beynimin kıvrımlarında. Bu ayki yeni kelimemiz kuzeyden, İsveç’ten; “Gökotta”, sabahın ilk saatlerinde öten kuşların sesini dinlemek için uyanmak anlamına geliyor. Bu yazım daha çok sabah kuşlarını yani horozları ilgilendiriyor gibi görünse dahi baykuşlara da diyecek sözümüz var elbette.

SABAH KUŞLARI

Erken kalkan arkadaşlarımız- buna bendeniz dahil – gelin şimdi biraz kendimize, içimize dönelim.

Sahi neden erken kalıyoruz? Alışkanlıktan mı? Bir şeyleri kaçırma korkusu olabilir mi derinlerde bir yerde?

Belki çocukluğa duyulan özlem? Veya sadece vücudumun yönlendirmesi?

Erken başlayan erken yol alır mı diye düşünüyoruz?

Günü böylelikle daha verimli kullandığımızı mı hissediyoruz?

Kendime bakınca- sabah saatlerinden enerjimin, motivasyonumun daha yüksek olduğunu gözlemliyorum. Sabah saatlerindeki tazelik, serinlik yüreğime su serpiyor. Sanki yeni gün yeni umutlarla yükseliyor ufuktan ve ben bunun hiç bir saniyesini kaçırmak istemiyorum.

KUŞLARDAN ÖĞRENECEKLERİMİZ

Pekiyi hiç kuşların sesini dinlemek için erken kalktınız mı? Alarmınızı bu olağan üstü güzelliğe tanık olmak için kurdunuz mu?

Sanıyorum birçoğumuz bu soruya “hayır” yanıtını verecektir, eğer aramızda profesyonel bir kuş gözlemcisi yoksa. Sahi, nasıl da güzel cıvıldarlar bazı kuş türleri, sabahımıza neşe katıp yalnız olmadığımızı hissettirirler. İtiraf edeyim, ben de kalkmadım. Henüz. Eğer eşlik edecek birileri olursa, neden olmasın?

İşte Gökotta kelimesi böylelikle ulvi karşılığını buluyor bence. Söylenişi Türkçemizde kulağa pek zarif gelmese dahi anlamı hayli zarif. Bu kelimenin kökeninde; İsveçliler’in Hz.İsa’nın göğe yükselişinin 40. Gününde erken kalıp, doğada kuşların sesini dinledikleri bir geleneğin olabileceği belirtiliyor bazı kaynaklarda.

Kuşlardan öğreneceğimiz çok şey var: Her bir yeni günü umutla karşılayıp âdeta her yeni günü sebepsiz bir şekilde kutlamayı, içimizdeki şarkıyı daima canlı tutmayı, kanatlarımızın bizi istediğimiz yere götürebileceğine dair güveni duymayı...

İster horoz, ister baykuş, ister martı olalım; tabiattan öğreneceğimiz sayısız şey var. Bakmasını ve görmesini bilene...


Portakalın Bilgeliği © all rights reserved
made with by Alpha